Futbol, Sadece Futbol Değildir!

Ne Protestan Rangers ile Katolik Celtic arasındaki gibi mezhepsel, ne de İspanyol(Kastilyan) Madrid ile Katalan Barcelona arasındaki gibi etnik…Fenerbahçe ile Galatasaray arasında, diğerlerindeki gibi farklılığa rağmen mecburen bir arada yaşamanın getirdiği çatışma yerine, gönüllü bir arada yaşayan “2 kız kardeşin kim daha güzel” ya da “2 biraderin kim daha güçlü” diye çekişmelerine benzer bir çatışma vardır.
Arkasında Mekteb-i Sultani (Galatasaray Lisesi) gibi bir gelenek barındıran Galatasaray, özündeki devlete bürokrat yetiştiren, seçkinci yapı dolayısıyla “derin”( görünmeyen) iktidarı/bürokrasiyi temsil ederken; Fenerbahçe her zaman  iktidarı temsil etmiş,‘gücün’ vitrin yüzü olmuştur. Paylaşım şeklinde görülen bu birliktelik aslında beraberce iktidarı oluşturmanın da formülü olmuştur.
Galatasaray’daki elitizm dolayısıyla kulüp yöneticileri, ülkede yaşayan insanların kimliklerinden, siyasi tercihlerinden bağımsız(genelde halkın değerlerine zıt) olarak Frankofon aydın tipinin tarihsel gölgesi üzerinde yeşermiştir. (Son dönemde kitleselleşen taraftar gruplarına bakarak, değişik yargılar ileri sürülebilir. Ancak yakın bir döneme kadar ‘liseli’ olmayan birinin Galatasaray başkanlığına gelmesinin korkuyla karşılandığını hatırlatmak isterim).
Oysa Fenerbahçe, fena halde iktidara benzer ya da zorla benzetilir!  Aksi takdirde ülke, fetret devrine girmiştir.  Özetle, Fenerbahçe yönetimi iktidarı, gücü yansıtmıyorsa, aslında ülkede iktidar şekillenmemiş demektir. Gelin hep beraber tarihteki önemli Fenerbahçe başkanlarına bakalım…
Hanedanın henüz etkisini tam olarak yitirmediği 1911-12 yıllarında 17 yaşındaki bir Osmanlı şehzadesi O.Fuat Efendi’nin başkanı olduğu Fenerbahçe’ye, 1914 yılında yine saraya yakın ama daha tarafsız biri Salih Hulusi Paşa başkanlık yapacaktı. (Unutmadan ekleyelim, Osmanlı Devleti’nin son döneminde Salih Paşa, sadrazamlık/başbakanlık ve bahriye nazırlığı yapmıştır).
Ülke 1913’ten itibaren İttihatçıların egemenliğine girerken, Fenerbahçe’nin yaşadığı geçiş süreci de iktidarın dönüşümüne yakın bir şekilde seyir almalıydı. 1915’te kulüp başkanlığını İttihatçı Mehmet Sabri (Toprak) alacak; bu süreç 1916-1918 arasında kulüp başkanlığına İttihatçıların meşhur ismiDoktor Nazım’ın gelmesiyle taçlanacaktı! Bir dönem Milli Eğitim Bakanlığı ve Anadolu Genel Müfettişliği yapan Nazım’ın esas gücü, genel sekreterliğini de yaptığı İttihat Terakki Cemiyeti’nin kilit kadrosu içerisinde yer almasından kaynaklanıyordu.
Dr. Nazım 1918’te kulüp başkanlığını bir başka İttihatçıya Refik Ahmet Bey’e bırakacaktı. Ancak R.Ahmet Bey İttihatçılara sempati duyan bir tiyatrocuydu, etkin biri değildi. Doktor Nazım sonrası göreve gelmesi İttihatçıların siyaset sahnesinden inmekte olduğunu bize göstermektedir. Nitekim savaş sonrası İttihatçılar ülkeden  kaçacak,  1919’da kulüp başkanlığına Osmanlı Şehzadesi Ömer Faruk Efendi gelecekti. Mustafa Kemal liderliğinde Milli mücadele yıllarından sonra Türkiye’de İttihatçıların B takımı iktidaragelecek ve tabii ki Fenerbahçe’de bu iktidar değişimine uyum sağlayacaktı.
Cumhuriyet’in kurulmasıyla Ömer Faruk Efendi Türkiye’den gönderilecek ve Fenerbahçe Başkanlığı’nı bırakacaktı. Yerine sırasıyla, Nasuhi Baydar, Muvaffak Menemencioğlu, Celal Atamer ve Şükrü Saraçoğlu gelecekti. Saraçoğlu dışında diğer isimler size çok fazla tanıdık gelmese de bu isimlerin meşrebi konusunda artık bir fikriniz vardır sanırım. Tabii ki hepsi, Mustafa Kemal‘e gönülden bağlı ve yakın isimler bunlar. Örneğin Muvaffak Menemencioğlu, Namık Kemalin torunu, Dışişleri Bakanı Numan Menemencioğlu’nun ağabeyidir.
1934’te Fenerbahçe Başkanlığı’na gelen Şükrü Saraçoğlu‘nu adı 1998’de Stada verildiğinden beri herkes tanır oldu. Ama ben kısaca özgeçmişine ve iktidara yakınlığına değineyim. Saraçoğlu, Atatürk ve İnönü’nün cumhurbaşkanlığında 1934-50 arası aralıksız tam 16 sene Fenerbahçe başkanlığı görevini yürütmüştür. Fenerbahçe Başkanı iken, ilave olarak Dışişleri Bakanlığı, Başbakanlık ve Meclis Başkanlığı da yapmıştır!
1950’de Şükrü Saraçoğlu’nun başkanlığı Lokumcu Ali Muhittin Hacı Bekir’e bırakması bize ülkede iktidarın değiştiğini haber vermektedir. Tek parti diktası bitmiş, çok partili hayata dönülmüş ve Türkiye’de Demokrat Parti iktidara gelmiştir. Hacı Bekir’den sonra  FB başkanlığına sırasıyla (hepsi Demokrat Partili olan)  Osman Kavrakoğlu, 1955-58 arasında Zeki Rıza Sporel, Agah Erozan ve Medeni Berk gelmiştir. Tabii bu yıllarda GS ve BJK başkanları da DP’li olmuştu. Devran, 27 Mayıs darbesiyle dönecekti. GS ve BJK, derhal DP’li başkanlarından kurtulmuş; FB ise darbecilerin Yassıada’ya götürdüğü (başbakan Menderes’in yardımcısı) kulüp başkanı Medeni Berk’e futbolcuların imzaladığı posteri göndermişti. Cezaevindeki başkana ahde vefa yeni değil sizin anlayacağınız. (Haksızlığa karşı esas direnen takım Fenerbahçe olmuştur ancak bu pek bilinmez)
27 Mayıs cuntasına efelenmesi askerin tepkisini çeker çekmesine de, Fenerbahçe Atatürk’ü hatırlatarak bu baskıların her birinden sıyrılmayı başarır. Askerler Medeni Berk yerine Hasan Kamil Sporel’in getirilmesini isterler. Böylece 27 Mayıs sonrası FB başkanlığına Kamil Sporel gelir. Sporel’den görevi Razi Trak alır. Trak, (dışişleri eski bakanı) İsmail Cem’in kayınpederi olup, askerlerin isteği üzerine bu göreve gelir. Yeniden göreve gelmesiyse diğer darbe ile, 12 Eylül’den sonra olacak! 1962’de Demokrat Parti’nin devamı Adalet Partisi, CHP ile koalisyon hükümeti kurar. Ve tabii ki bu Fenerbahçe’ye de yansır. Başkanlığa CHP’li İsmet Uluğ, yardımcılığına da AP’li Faruk Ilgaz seçilir… 65’te Adalet Parti iktidara gelince Faruk Ilgaz da Uluğ’dan koltuğu alır. 12 Eylül darbesine kadar FB başkanlığını sadece 2 yıl ara vererek (74-76 Emin Cankurtaran) Faruk Ilgaz yürütür.
1980’de darbe olunca FB’nin başına da 27 Mayısçıların yaptığına benzer şekilde Razi Trak getirildi. Sonrasında darbenin rengi belli oldu. Bu darbe ABD’nin kontrolünde Türkiye’nin Batı dünyası gibi serbest piyasa ekonomisine geçişini sağlayacaktı. Dolayısıyla darbeyi yapan askerlerdi ama bu tarihten sonra iktidarın bir kanadında mutlaka büyük sermaye sahipleri bulunacaktı. Razi Trak sonrası askeri yönetimde FB’nin  savunma ve enerji sanayiiyle uğraşan efsane başkanı Ali Şen göreve gelecekti. Hem askerlerin, hem de küresel sermayenin  itiraz etmeyeceği bir isimdi Şen.
Daha sonra iktidara gelen Turgut Özal, Türkiye  liberalleşmesinin aslında babası sayılabilirdi. Bir yönüyle muhafazakar özellikler taşısa da, dominant yönetim ideolojisinin liberalizm olduğu su götürmezdir. Özal futbolu severdi ve futbol dolayısıyla kendi iktidarının sevilmesini de istedi. Özal döneminde Faruk Ilgaz ve F.Arıcan’dan sonra göreve gelen her Fenerbahçe Başkanı’nın müteahhit olması da, dönüşen Türkiye’nin dönüştüren kulübü hakkında bize biraz daha ipucu vermektedir. Özal’lı yılların diğer iki başkanı Tahsin Kaya ve Metin Aşık’ın, Özal’ı, elini öpecek kadar çok sevdiklerine bakacak olursak, Fenerbahçe fena halde iktidarı yansıtmaya devam etmiştir diyebiliriz.
Özal’ın vefatıyla Türkiye tekrardan siyasi buhran dönemine girdi. Tabii ki girilen serbest piyasa ekonomisinden dönüş yapılamazdı ama içeride başat siyasi gücün kim olacağı belli değildi. Kısa süreli Güven Sazak ve Hasan Özaydın denemelerinden sonra FB sulhü efsane! başkanı Ali Haydar Şen ile sağlamıştı. Askerlerin perde arkasında tekrardan etkin olduğu bu dönemde Şen, hem TSK‘nın hem de sermayenin değerlerini en iyi temsil edecek isimdi. Şen döneminde İstanbul’da belediye başkanı Tayyip Erdoğan halkın sevgilisi olarak ortaya çıkmıştı. Elinde güç bulunan ve gelecekte daha da güçleneceği kestirilen 40 larının başındaki karizmatik lider, FB’ye kazandırılmalıydı. Ali Şen, Başbakan Erbakan‘dan özellikle gidip Erdoğan’ı istedi. Sonuç olumsuz da olsa, FB yönetiminin, iktidarı yansıtma çabaları devam ediyordu.
28 Şubat sonrası iktidarı iyice ele alan, ülkeyi ABD ve İsraille iyice yakınlaştıran askerler, FB yönetimindeki savunma sanayiinde ve enerjide Rusya ile ilişkili Ali Şen ile de sorun yaşamadılar onun yerine gelecek; savunma sanayii ile uğraşan ve müteahhitlik yapan Aziz Yıldırım’la da. Artık birçok genelkurmay başkanı ve FB başkanı beraberce sevinir, yanyana çokça bayrak sallar olmuştu. Artık ülkede iktidar Fenerbahçe Orduevi’nden Fenerbahçe Stadı’na giden kısa yol üzerinde oluşuyordu.
Her ne kadar 2002’de Ak Parti iktidara gelse de, ülkede gerçek iktidarın askerlerde olduğunu Balyoz, Ergenekon, 27 Nisan e-muhtırası gibi olaylardan biliyoruz. Ak Parti’ye belediyecilik hizmetlerini biraz daha ziyadesiyle yapma, ekonomiyi ve sağlığı idare etme kısmı bırakılmıştı sadece. 27 Nisan dönüm noktası oldu. O güne kadar FB başkanlığında 10.yılını dolduran Aziz Yıldırım da tabiatıyla Askeriye’ye yakındı. Ancak, tıpkı Şen gibi o da Erdoğan faktörünün farkındaydı.
Bu yüzden yönetime Erdoğan’a yakın işadamlarını (Cihan Kamer, Kadir Topbaş’ın oğlu Hüseyin’i vs..) almıştı. 27 Nisan e-muhtırasından sonra tarihe geçen Dolmabahçe buluşmasını organize eden kişi, her iki kesim arasında sıkışan Aziz Yıldırım‘dı. Birkaç gün sırayla birbirlerinin telefonuna çıkmayan Büyükanıt ve Erdoğan, Dolmabahçe’de Aziz Yıldırım organizasyonunda bir araya geldi ve Türkiye’de siyaset o günden sonra bir daha hiç eskisi gibi olmadı. (Yıldırım’ın 2007’de ülkedeki iktidar dengesinin neresinde yer aldığına bakar mısınız?) Cumhurbaşkanlığı seçimi sonrası Ak Parti artık güvenlik siyaseti de dahil olmak üzere iktidarı tamamıyla eline almıştı(Gerçekte iktidarı ele geçirenin the cemaat adlı çete olduğu sonradan anlaşılacaktı. Ama o yıllarda Erdoğan ve hemen hemen kimse bunun farkında değildi).
Başlayan Ergenekon davaları bir önceki cunta kalıntılarını hapse gönderirken, FB yönetiminde herhangi bir değişiklik olmamıştı.  Mevcut FB yönetimi tarihte olduğu gibi yine iktidardan büyük izler taşımaktaydı. Kurulan vesayetin birleştirici unsuru halindeydi. Ülke tarihine aykırı seyreden bu durum “şike davası” adı altında normale döndürüldü.
Peki the cemaat Fenerbahçe’ye bu operasyonu niye yaptı?
Türkiye’de kitleleri kolayca harekete geçirecek gizli iktidar merkezlerinden bir tek kulüp başkanlığı pek fazla yıpranmadan kalabildi. Ordu komutanlığı, sermaye sahipliği, medya patronluğu, yargı iktidarı gibi bileşenleri olan vesayet rejimiyse paramparça oldu. O yüzden herkesin gözü kitlelerle kolayca iletişim kuracağı bu koltukta. Ayrıca yukarıda özetlendiği gibi Türkiye’de iktidarı aldıysanız bunun nişanı olarak Fenerbahçe başkanlığını da kontrol etmelisiniz.
Türkiye’de FB, GS, BJK, TS da dahil olmak üzere birçok futbol takımının şike yaptığını biliyoruz aslında. Bugüne kadar yapılan da üç maymunu oynamaktan ötesi değil. Futbol bir endüstri haline geldikten sonra bu ve benzeri olaylar vaka-ı adiyeden oldu. İlk taşı en günahsız olanın atması gerekn böyle bir konuda nedense hiçbir yönetici taş atamamaktadır. Çünkü, karanlık 90’larda futbol,siyaset, mafya, iş dünyası dörtgeni gemi iyice azıya almıştı. (Son dönemde Haluk Ulusoy’un Federasyon başkanı olmak için Peker’den icazet alıp, Eyüp Sultan’da 50 kurban kestirmesi, Çakıcı’nın BJK eliyle yurtdışına kaçırılması, kardeşinin BJK’ya hakemleri merak etme diye sözler vermesini falan ufak olaylar kabul ediyorum). Eğer mesele futbolun pisliklerini temizlemek olsaydı;son 20 senenin lig kayıtları alınır, tamamı yargılanırdı. Kayıtlar var mıdır ki demeyin. MİT eski daire başkanı Eymür’ün sitesine koydukları bile yeterince konuyu açıklar.Neyse konuyu uzatmanın alemi yok. Yalnızca gabi rakip takım taraftarlarına seslenmek istiyorum. Bu mesele, “şike davasından” çok ötede bir yerdedir.  Ünlü gangster Al Capone‘u vergi kaçaklığından hapse atanları biliyorsanız; Aziz Yıldırım’ın şike davasından dolayı içeride olmadığını anlarsınız. Ve şu da çok açıktır ki, Fenerbahçe’nin geçen seneki şampiyonluğu en az diğer takımların şampiyonlukları kadar temizdir. Türk futbolunun pisliğini güç hırsı yüzünden bir camiayı boğarak çıkarmaya çalışanlar da, bunun hesabını er geç vermelidir (12 Mayıs 2012)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Karınca Kararınca...